Türün özelliklerini göz önünde bulundurarak bir deneme yazınız.

Türün özelliklerini göz önünde bulundurarak bir deneme yazınız.
Servete Dair

Servete, faziletin yükü, demekten daha iyi bir ad bulamıyorum. Ordu için ağır­lığı ne ise, fazilet için de servet odur. Atılamaz; geride bırakılamaz. Sonra da yü­rüyüşlere engel olur. Hatta bazen ordu, ağırlığa bakayım derken, savaşı kazana­maz. Kazansa bile pahalıya mal olur. Bütün bir servetin, gerçek, hiç bir faydası yoktur. Belki etrafa dağıtmak için olur; o kadar. Ondan ötesi hayâl... Bakın Süley­man ne diyor; "Malın çok olduğu yerde yiyiciler de çok olur. Mal sahibine seyir­den başka ne düşer?"



Kurumlanmak için servet peşine düşmeyin. Hakkıyla kazanın; ölçü ile sarf edin. İçiniz yanmadan dağıtın; gönül rızası ile de bırakın, ama bir filozof, bir papaz gibi de parayı hor görmeyin.

Zengin olmanın birçok yolları vardır; hemen hepsi de kötüdür. En iyilerinden biri tutumlu olmaktır; ama bu da kusursuz değildir. Çünkü insanı cömert olmak­tan, hayır işlemekten alıkor. Toprağı işlemek en tabii zengin olma yoludur. O za­man servet toprağın, o büyük anamızın bir nimeti olur. Ama bu iş ağır ilerler. Yi­ne de zengin olanlar, çifte çubuğa sarılmayı küçük bulmazlarsa servetleri hadsiz hesapsız artar.

Küçük sanatlarla, meslek erbabının kazançları haklarıdır. Bu türlü kazanç iki şeyle artar: Gayret göstermek, temiz ve doğru iş görür sanım kazanmak.

Tefecilik, kazanç yollarının en eminidir; ama en kötülerinden de biridir. Çün­kü böylelikle insan, ekmeğini başkasının alın teri ile kazanmış olur. Üstelik gü­nah işler,

Hep, kazanç muhakkak olan işler bekleyen insanın çok zengin olduğu nadir­dir. Bütün malım birden tehlikeye sokan kimse de çokçası iflâs eder, yoksullaşır.

Serveti hor görenlere sakın inanmayın. Hor görürler, çünkü artık ele geçire­ceklerini ummazlar. Ele geçirince de böyleleri, zenginlerin en kötüsü olurlar. Me­teliği arayacak kadar cimri olmayın, servetin kanatları vardır, bazen kendiliğinden uçar gider... Bazen da, belki daha fazlasını getirir ümidiyle sizin uçmanız ge­rekir, (Francis Bacon, Denemeler, Çeviren: Saffet Korkut)

Ahmet HAŞİMHAYAT UÇ GÜNDÜR

Bulut bulut bembeyaz bir rüyadır çocukluk. Sonraya sadece ha­tırlananlar kalır. Kenarı tırtıklı sararmış fotoğraflardır vesikaları! Ve yakın akraba sohbetlerinde, "Ben çocukken..." diye başlayan bir motif... Büyüklerle beraber sahura kalkma heyecanı... Ama bir türlü iftar gelmez.

Karnı acıktıkça zaman uzar, geçmez olur. Sonra yarım günlük oru­cun bir büyüğe satılışı... Ardından "Bugün yarım oldu ama yarın tam tutacağım..." diye karar veriş... Daracık tozlu yollarda hayatın birinci günü bitiverir... "Ben çocuk değilim, büyüdüm..." havaları eser...

Gençlik pespembe... Bütün renkler pembenin tonlarıdır... Bırak­tığı iz çocukluğa göre daha çok... Bir dolu heyecan... Vatan kurtarma fasılları... İnsan çocukken gerçeklerden habersiz, gençken gerçekle­rin seyircisi... Ama ne seyircilik!... Hep yüksek perdeden yorumlar: "Ben olsaydım..." diye başlayan. Gerçeği yaşayanları küçük görmek ve tenkid... Gençlik işte... Dünyayı kurtarmaya kalkışan enerjiden böylesi sapmalar beklenmez mi? Ya oruç?... Sokaklarda "Oruç mu­habbeti" vardır. "Ben üç senedir tutuyorum..." veya "Ekrem tutmuyor­muş. Çünkü evde kimse sahura kalkmıyormuş..." Sonra bir teklif: "Haydi top oynayalım..." Bu teklife itirazlar: "Oruçluyuz yahu...", "Za­ten susadım. Bir de oynarsak, dilim bir karış sarkar..." Ama ilk çocuk ısrarlı: "Aaaa, amma da hanım evladısınız. Bir oruç tuttunuz, bayılmadığınız kaldı. Zaten İftara iki saat var. Oyun oynarız, vakit çabu­cak geçer..." Aslında vakit çoktan geçmiştir bu tartışmalarla ve se­vinçli bir koşturmaca başlar evlere doğru... "Anne, ne yemek var?"

Ya sonrası...

Sonrası ömrün üçüncü günü... Gençlikten sonrası yâni... Olgun­luk ve ihtiyarlık diye ayırmaya değmez. En güzel iki gün, çocukluk ve gençlik geçip gitmiş zaten...

Son fasıl ağır... O, gençken hafife alınan gerçek, gelip tokadını atıveriyor. Belli belirsiz bir kambur çıkıyor. Omuzlar hafif çöküyor. Hani insan, elinde olmadan düşünerek konuşuyor. Eee, rastgele ko­nuşmaların faturası adam ediyor adamı... Bir zamanlar şimşekler ça­kan gözlerde alabildiğine derin ifadeler var. "Hayat bu, kolay değil..." İnsanın diline takılıveriyor işte. Her rüzgârın ardından sürüklenen bir yaprakken zaman sizi parselliyor. Sabah sekiz otuz ve akşam altıda otobüs durağının sakinlerinden oluyorsunuz.

Ramazan size tatlı tebessümler getiriyor, işten erken çıkıyorsu­nuz çoğu zaman.

Fırına koşturuyorsunuz. Pide için kuyruğa giriyorsunuz. Kuyruk­ta beklerken eve girişinizi hayal ediyorsunuz. Çocuklar ellerinize ba­kıyor. Allah'tan ramazan... Patronunuz ikramiyenizi vermiş. Eve eli­niz boş girmiyorsunuz. Bir hoş oluyor içiniz. Adamlığın keyfi ve hu­zuru sarıyor içinizi...

Ve ömür geçiyor. Hafta sonu tatilleri iki ders arasındaki kısa te­neffüsler gibi...

Yaz tatili mi?

O üçüncü günün sonunda...

Murat Başaran, Sevmek Ölmekle başlar
SEVGİ ÜZERİNE SÖZLER - Nurullah Ataç

Sevgi yalnız insana vergi olmasa da insanın gene en ulu duygusudur. Anamızı babamızı kardeşlerimizi çoluğumuzu çocuğumuzu görünce içimizin titremesi onları anarken yüreğimizin ya kaygılı bir sevinç ya sıcak bir üzüntü ile çarpması dünyamızı genişletiverir. Bir kendimiz için yaşamaktan öz tasalarımızın çemberinden kurtuluruz. Bir de gönülden kimseye bağlı olmayan kimseyi aramayan özlemeyen bir kişi düşünün; akıllı olsun doğru olsun acımak nedir isterseniz onu da bilsin siz gene bir ürpermez misiniz? Bütün üstünlükleri o yalnızlığı ile sanki yok oluvermez mi?… Doğum ile ölüm arasındaki yolu acılarla da zevklerle de zenginleştiren hep o sevgi kendimizden başka kimselerle ilişiğimiz olduğu duygusudur. Yoksa var olduğumuzu bile anlamaz düşsüz bir uykudan uyanmaksızın geçer giderdik.

Sevgi özcülükten başka bir şeydir mi demek istiyorum? İnsanoğlunda ne vardır ki kökü özcülükte olmasın? Anamızla babamızı kardeşlerimizle çocuklarımızı düşünürken severken de kendimizi düşünmüş kendimizi sevmiş olmuyor muyuz? Hepimiz iki büyük korkunun ölüm korkusu ile yalnızlık korkusunun zincirlerine vurulmuş değil miyiz? Onları bir başımıza taşımadığımız için onları unutabilmek için türlü işleri türlü duyguları yaratmışız. Sevgi de kendimizi avutmak içindir. Seveceğiz sevmeye inanacağız ki sevilelim; yani bizi düşünen ölmemizi istemeyen bizim ölmemizden belki bizim kadar korkan kimseler bulunsun. Böylece korkularımızı birleştirirsek önüne geçilmez diye titrediğimiz sona belki karşı koyaronu hiç olmazsa geciktiririz. Hiçbiri elimizden gelmese de bari bizi ananlar gerçek yaşamamız bittikten sonra da bizi düşüncelerinde yaşatacak varlığımızı kendi varlıklarında sürdürecek kimseler olur ya!…

(…) Yalnızlık korkusu ile ölüm korkusundan büsbütün kurtulmuş toplum içgüdüsünü yenmiş bir kişi bulunur da o başkalarını severse ancak onun sevgisi gerçek bir sevgi yalın bir sevgi olabilir. Bizimki bir yalandır kendimizin de irkildiğimiz asıl yüzümüzü kendimizden de saklayan bir perdedir.

ÖLÜM ÜSTÜNE - Montaigne

Madem ki ölümün önüne geçilemez ne zaman gelirse gelsin. Sokrates’e; “Otuz zalimler seni ölüme mahkum ettiler” denildiği zaman: “Tabiat da onları!” demiş.
Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!
Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır. Öyle ise yüz sene daha yaşamayacağız diye ağlamak yüz sene evvel yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. Bu hayata gelirken de ağladık eziyet çektik bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.
Başımıza bir defa gelen şey büyük bir dert sayılmaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? Ölüm uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır çünkü yaşamıyanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. Aristo Hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşıyan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. Bu hayvanlardansabahın saat sekizinde ölen genç akşamın saat beşinde ölen ihtiyar sayılır. Bu kadarcık bir ömrün bahtlısını bahtsızını hesaplamak hangimizi gülünç etmez? Ama edebiyetin yanında dağların şehirlerin yıldızların ağaçların hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu kısası da o kadar gülünçtür.
Tabiat bunu böyle istiyor. Bize diyor ki: “Bu dünyaya nasıl geldiyseniz öylece çıkıp gidin. Ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı ve korkuyu hayattan ölüme geçerken de duymayın. Ölümünüz varlık düzeninin dünya hayatınınşartlarının biridir. (İnsanlar birbirini yaşatarak yaşarlar ve hayat meşalesini koşucular gibi birbirlerine devrederler – Lucretius).
Yaşadığınız her an hayattan eksilmiş harcanmış bir andır. Ömrünüzün her günkü işi ölüm binasını kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. Yahut şöyle diyelim isterseniz; hayattan sonra ölümdesiniz ama hayatta iken ölmektesiniz. Ölümün ölmekte olana ettiği ise ölmüş olana ettiğinden daha acı daha derin daha can yakıcıdır.
Hayattan edeceğiniz kârı ettiyseniz doya doya yaşadıysanız güle güle gidin.
“Niçin hayat sofrasından karnı doymuş bir davetli gibi kalkıp gidemiyorsun? Niçin günlerine yine sefalet içinde yaşanacak yine boşuna geçip gidecek daha başka günler katmak istiyorsun? Lucretius.”
Hayat kendiliğinden ne iyi ne fenadır ona iyiliği ve fenalığı katan sizsiniz.

Bir gün yaşadıysanız her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz başka bir gece yoktur. Atalarınızın gördüğü torunlarınızın göreceği hep bu güneş bu ay bu yıldızlar bu düzendir.

Sosyal Ağlarda Paylaş:
Sayfa Linki:
Sitene Ekle:
Forum'da Paylaş:
''Türün özelliklerini göz önünde bulundurarak bir deneme yazınız.'' Bu yazı; 4 Mart 2014 Salı tarihinde kategorisinde yayınlanmış olup Unknown tarafından yayınlanmıştır. Ayrıca henüz yorum yapılmamış bir konudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Kuralları:
1- Yaptığınız yorumun, yazıyla alakalı olmasına özen gösteriniz.
2- Yazım ve dilbilgisi konusundaki hassasiyetinizi yorumlarınızda da gösteriniz.
3- Küfür ve Argo Kullanmayınız..
4- Yukarıdaki kurallardan herhangi birine uymamanız durumunda, site sahibi yorumunuzu yayınlama ya da yayınlamama hakkına sahiptir.

Copyright © 2014 KeskinBEY | Tüm Haklarımız Saklıdır.

Ana Sayfa | İletişim

Furkan Keskin | KeskinBey